Kaygı olumlu olumsuz her duygu gibi hayatımızda olması gereken duygulardan biridir.
Aslında her insanın hayatında biraz ‘’kaygı’’ vardır. Önemli olan bu kaygının hayatımızı ve işlevselliğimizi nasıl etkilediği, sıklığı ve şiddetidir.
Peki kaygı nedir?
Kaygı, kişinin tehlike ve tehdit olarak algıladığı durumlarda ortaya çıkan duygusal ve fizyolojik olarak tepkilere sebep olan tehdit ve tehlikeye karşı otomatik olarak verilen sağlıklı bir yanıt mekanizmasıdır. Bu bağlamda kaygı aslında karşılaşabileceğimiz tehlikeli durumlarda veya kendimizi tehdit altında hissettiğimiz zamanlarda savaş ve kaç tepkilerini ortaya çıkaran doğal bir mekanizmadır da diyebiliriz.
Neden her insan da biraz da olsa ‘’kaygı’’ var dediğinizi duyar gibiyim.
Çünkü kaygı, belli bir düzeye kadar bireyin daha iyi performans göstermesinde, çalıştığı uğraşı üzerinde dikkatini yoğunlaştırmasında oldukça etkilidir. Ancak her şeyin fazlası zararlı olduğu gibi kaygının da fazlası zararlıdır. Kaygının şiddeti arttığında birey gündelik hayatını sürdürmekte, kaygıdan kaynaklanan durumlardan kaçınmak için hayatını sınırlandırmakta ya da umutsuzluk ve çaresizlik duygularıyla baş etmekte sorunlar yaşayabilir.
Kaygıyı daha yoğun yaşayınca psikolojik ve fizyolojik olarak nasıl hissederiz?
Kaygı kendini hem zihinde hem de bedende gösterir. Bir tehdit algılandığında- fiziksel yaralanma ya da acı çekme gibi gerçek bir uyaran ya da zihnin yarattığı hayali bir uyaran- beynin amigdalası, bu tehditi, hipotalamusa sinyal verir. Hipotalamus bu sinyali otonom sinir sistemi aracılığıyla yayar ve adrenalin de dahil olmak üzere bir dizi hormonu harekete geçirir. Bu da kaygının çoklu fiziksel semptomlarını uyarır. Yani kişi fizyolojik olarak çarpıntı, terleme, titreme, baş dönmesi, göğüste sıkışma hissi, gevşeyememe, karın ağrısı, baş ağrısı, uyku problemleri, ağız kuruluğu, nefes almakta güçlük gibi belirtiler hissedebilmektedir.
Psikolojik olarak huzursuzluk, gerginlik, kötü bir haber alacağı beklentisi, irkilme, dikkat ve konsantrasyonda bozulma, yabancılaşma ve gerçek dışılık, kişinin kendine veya bedenine yabancılaşması gibi belirtiler hissedebilmektedir.
Neden kaygılanırız?
Kaygı aslında nedensiz gelen bir duygu değildir, bir görevi vardır. Kaygı bir kaçınma stratejisidir. Sürekli kaygılanan insanlar aslında şimdide değil, geçmişte veya gelecekte yaşarlar. Zihinlerinde sürekli sorun çözerler, olabilecek her senaryoyu düşünüp, planlayarak hayatı kontrol etmeye çalışırlar. Ama bu oldukça yorucudur. Çünkü hayatta kontrol edemediğimiz birçok alan üzerinde kontrol duygusunu sağlamaya çalışmak havanda su dövmeye benzer. Kişi kaygılandığı zaman aklına gelen o sorun hakkında aşırı düşünerek çözüm ürettiğini zannetse de aslında bu tamamen bir illüzyondur. Çünkü gerçek hayatta da bir sorun üzerine saatlerce düşünmek ortaya bir davranış koymakla eş değer değildir.
Bir konu hakkında yoğun bir kaygı yaşadığınızda aslında içinde olduğunuz o andan yani gerçeklikten de kopmuş olursunuz. Ve bu durum size kısa vadede konfor alanı sağlasa da uzun vadede olumsuz duygularla baş etmenin tek yolunun kaçınmak olduğu düşüncesini pekiştirebilir. Çünkü kaygılandığınızda o ana ait rahatsızlık veren duygu ve düşüncelerden de kaçınmış olursunuz.
Kaygının bizi yönetmesine izin vermeden ipleri elimize alıp kaygıyı biz yönetebiliriz. Peki kaygımı nasıl yöneteceğim?
Bilişsel Davranışçı Terapi ekolüyle kaygının bir duygu olduğunu ve buna sebep olan olay-düşünce örüntüsünün ve burada kişinin dış dünyada olan bitenleri değerlendirme sisteminin (bilişsel sistemin) değerlendirilmesi sağlanmaktadır. Bu bağlamda bilişlerimizde yani düşüncelerimizde olaylara bağlı olarak neler olup bitiyor günlük hayatta olan olayları nasıl yorumluyor ve ortaya bir düşünce koyuyoruz ve bu bizim duygularımıza nasıl yansıyor? Temelde buralar üzerine farkındalık yaratan seanslarla kaygının etkisini azaltmak ve hayatımızı işlevsel yönde etkileyen tarafa yönlendirmek mümkündür.
Kaygı ile ona eşlik eden olumsuz duygu ve düşüncelere tahammül etmeyi onlarla baş edebilmeyi öğrenebiliriz. Tahammül gücümüz arttığında kaygının bizi yönetmesi de imkansız hale gelir çünkü kaygı duygusuna olan ihtiyaç ortadan kalkar. Kaygı giderek azalır, size de hayatı keyifle ve anın tadını çıkararak yaşamak kalır…
Uzm. Klinik Psikolog Nazan Demir Kaya